21.11.08

(...)

-o da neyin nesiydi öyle?
-ne neydi?
-orda birisini gördüm gibi, daha çok bir çocuğa
benziyor gibiydi?
-hayal görüyor olmalısın, bu gezegende hayvanlardan
başka yürüyebilen bir şeyler yok, herhalde evini
özledin olsa gerek.
-belki de ama çok gerçekti.

gezegen yüzeyine inmiş olan keşif grubunun ilk
koluydular, gezegenin göreceli olarak tehlikesiz
oluşunun teyit edilmesinden sonra başka keşif
grupları da gezegenin keşfine katılmışlardı. uydularla
yapılan ilk araştırmalar gezegen yüzeyinde yaşayan
herhangi bir uygarlık ya da uygarlık kalıntısı
bulamamışlar, sonunda da kolonileştirilebilir yerlere
insanlı keşif gruplarının çıkartılması başlamıştı.

keşif grupları genellikle dünyadan seçilir ve oraya
yerleşecek insanlardan oluşurdu, başka kolonilere
gidenler artık hayatlarını orada sürdürmek
zorundaydılar, çünkü dünya nüfusu artışını korumakta
ve gereken yicek, enerji ve hammade miktarı her zaman
olduğu gibi kıtlığını korumaktaydı.

dünyaya bağlı olarak atanmış bir gezegen başkanı
tarafından yönetilen koloniciler uydu taraması ve yer
keşfi sonrası eğer bir uygarlık başlangıcı ya da
gezegenin tümüne yayılmış bir uygarlık bulursa iki
türlü hareket ederdi, uygarlığın başlangıcında olan
şanssız gezegenlere tümüyle el koyar ve haliyle ilkel
uygarlıklarda gökten inen tanrılara karşı tapmaya
herzaman hazır olduklarından pek fazla zorluk çıkarmaz
ve koloniciler sistemli olarak gezegene yayılır, yerli
halk tüm içtenliği ve gönüllülüğüyle köleleştirilirdi.
birazcık daha zor olan gezegenin tümüne yayılmış olan
uygarlıklarda ise sorun yine dallanıp ikiye
ayrılıyordu, gezegen kaynaklarının ne
kadar tüketilip tüketilmediğine göre varılırdı bu
sonuca, eğer gezegen kaynakları o gezegenin işgalini
karşılamayacak kadar tüketilmiş ise ticari bir ilişki
kurulup, gezegen dünya devletinin mandasına girer ve
dünya devletinin ihtiyacı olan malları karşılardı,
ayrıca bu malların karşılıkları ödenirdi, tabiki
gezegenin, sahiplerinden alınmamış olmasının
karşılığında verilen bedelle. ikinci ve eğlenceli olan
yolda işgal edilen gezegen, işgal eden dünya devletine
karşı koyabileceği gücü olmaması sonucu tamamıyla
işgal edenlerin piknikteki sinek
öldürme zevkini yaşatarak onurlarıyla öldürülür,
öldürülmeyenler veya teslim olanlar kadere karşı bir
boyun eğiş sergilerlerdi dış madenlerde, ufak bir
ayrıntı olarak kimi zamanlar ilkel uygarlıklar savaş
açma gibi gaflette bulunurlardı ancak dünya devletinin
hayal gücü sayesinde köle kaybı aza indirgenerek
sonuçlardı bu savaşlarda, bu da saldıranlara karşı
kullanılacak silahlarla olurdu, gürültülü silahların,
ışık saçan silahların, gözlere ve kulaklara şenlik,
gelişmemiş uygarlıklar üzerindeki etkileriyle
yapılırdı.

en son keşfedilen gezegen ise tam bir cevherdi,
üzerinde ne ilkel ne de gelişmiş her hangi bir
uygarlık yoktu, ya da en azından sosyal olma özelliği
taşıyan yerel hayvan topluluklarından başka, bu da
haliyle pek bir sorun teşkil etmezdi ve ne kadar
yenilebilir olduklarını kanıtlamaları da
gerekmekteydi, birde yırtıcıların ne kadar zor
avlanabilir olduklarını. gezegenin dünyaya
benzerliğide şaşırtıcı olmasının karşısında keşfin
daha hızlı yol almasına yardımcı olmuş ve neredeyse
dünyadan gelecek olanlar için hazırlanacak ilk
yerleşim yerlerinin kurulmasına başlanacaktı.

-hey yarın bir av partisine ne dersiniz çocuklar?
-bence harika olur, şu keşif işi hızlı ilerlemesine
rağmen sıkıcıymış, biraz eğlenmek çok iyi olur.
-bende varım, dünyadan gelecek olan çocuklarıma
anlatmaya değer birşeylerim olması gerekiyor.

geri kalan diğer beş kişinin o ya da bu sebeple, ya da
safi zevk için katılmasıyla sekiz kişilik bir av
partisi kurulmuş oldu. gerekli olan hazırlıkları
neredeyse tamamlamışlardı ve silah seçimi olarak da av
için uygun olmayan lazer silahlarını kullanmama kararı
aldılar, ancak sadece çok gerekli bir durum olursa
kullanacaklardı , bu işi eski gürültülü ve bol kanlı
olarak yapacaklardı.

yolculuğa sabahın erken saatlerinde başladılar ve
gidebildikleri kadar ormanın derinliklerine girdiler,
dört ya da kendileri olmadıkça iki ayaklı ne
görürlerse vuracaklardı eğer kürke benzer bir şeyleri
varsa ve becerebilirlerse alabildiklerini alacaklardı.

-şşşşt! sessiz olun, diye fısıldayabildiğ i kadar
fısıldadı.
-yanıt da bir fısıltı şeklinde geldi, ne gördün? işe
yarar mı?
-yo işe yaramaz bir şey ama keşif sırasında bizi hep
rahatsız eden ve malzemelerimizi çalan o maymunlardan
gördüm ve bela nasıl olurmuş bir iki
tanesine göstereyim.
-evet iyi fikir, oldukça can sıkıcıydılar ve
yakalanamama gibi yetenekleri son derece can
sıkıcıydı, nerede gördün?
-şu ilerideki sarmaşıklı ağacın yanındaki uzun ağacın
üzerinde.

orada ağacın üzerine tünemiş olan maymun yüksekçe bir
dalın üstüne oturmuş elindeki yaprak gibi birşeyi
kemiriyor, her kemirişinden sonrada bir sağa bir sola
sallanıyordu, ilgisiz, dikkatsiz, sallanıyor.
adamlardan biri silahını hedefine doğrulttu ve
yaratığın kafasına değru nişan aldı eğer anı olarak
alınabilecek bir kürkü varsa zarar gelmemesi için,
tetiğe basılmasıyla maymunun yere düşmeye başlaması
neredeyse eş zamanlı denilebilirdi, adam iyi
nişancıymış, maymun yere düşerken kafasının yarısı
yoktu ve akan kırmızı kanı onlara tam bir av partisi
tadı vereceğini gösteriyordu.

maymunu incelemeye geldiklerinde düştüğü yükseklik
sonucu ve kafasının üstüne doğru düşmesi bedenini
şekilsiz hale getirmişti, ve alabildiğine
iğrenç görünüyordu, kirli iğrenç bir et yığınına
benziyen bir görüntü, görünüşe bakılırsa bir kürkü
yoktu ancak kürk yerine geçecek kadar kir
birikmişti üstüne, bunun avcılara verdiği tatmin yok
denecek azdı, oysa elle tutulur bir şeyler umuyorlardı
ve pek de sportmence olmamıştı.

avcıların maymunun düştüğü yüksekliğe bakan merak dolu
gözleri, aşağıya bakan daha çok meraklı ve korkmuş
gözlerle karşılaştı, işte bu sportmence
olabilirdi, avcılardan birisinin hayavaya açtığı
rastgele bir ateş sonucu maymun sürüsü bağırışmaya ve
kaçmaya başladılar bu da avcıların harekete
geçmesine sebep oldu ve kovalamaca başlamış ve gerçek
bir av zevkine ulaşma şansı ortaya çıkmıştı. maymunlar
ağaçtan ağaca atlayarak ya da ağaçlar arasındaki
sarmaşıklar yardımıyla gayet çevik bir şekilde
kaçabildikleri kadar hızlı kaçıyor ancak bu avcıların
onları vurabilecekleri kadar çok vurabilmelerine engel
olmuyordu, birer birer avlanan sürüden arta kalan,
sayabildikleri kadarıyla beş kadar maymundu, ve
avcılarda yavaş yavaş avın sonuna geldiklerini
düşünmeye başlamışlardı en azından son bir tane daha
vurma zevkine erene kadar, maymunlar yorulmuş,
yaşalamışlardı keza avcılarda öyle ancak tüfeği
kaldırmaya ve o son atış için mecalleri hayli hayli
kalmıştı, avcılardan bir tanesi tüfeğini doğrulttu,
ayakları yere sabitlenmiş, nişan almış, nefesini
ayarlamış ve tetiği hissetmeye başlamıştı, uygun an
geldiğinde o kısacık sürede maymunlardan birsi
herhalde kaçabilme şanslarının ne kadar kaldığını
görme umuduyla arkasına baktığı zaman o uzun
çubuklardan birisinin hemen arkasından gelmekte
olana yöneltilmiş olduğunu görmüş, tetiğin
çekilmesinden az bir süre önce durduğu daldan arkadaki
olanın dalına atlamış ancak kurtulmaya yetecek kadar
önce atlamamış olması sonucu ikiside vurulmuşlardı.

-hey, bu maymunlar herhalde senin mermilerini çok
seviyor olmalılar! kaç tane oldu benim skorumu geçtin
değili mi?
-sanırım öyle oldu, bu son ikisiyle benden yedi tane
çıkıyor?
-kahretsin, gerçekten bu maymunlar senin mermilerinin
üstüne atlıyorlar ve sende, ben vurdum diyorsun!

kahkalarla verilen cevaplar av partisinin sonun
geldiğini belirtmiş ve artık kampa doğru geri dönüş
yolculuğu başlamış, kovalamaca sonucu epey
uzaklaşmışlardı ve bu uzaklık başlarda avın seyri
üzerine yapılan sohbetlerden ve keşif anılarının ters
yüz edilmesinden, dünyadan gelecek olan ailelerine
doğru kaymıştı ve hüzünlü hayallerle, tekrar
karşılaşmayı beklemenin heyecanı ve sonrasında sahip
olacakları hasret gidermenin mutluluğunun düşünceleri,
kamp yolunun uzun mesafesinin katedilmesine harcanan
saatlerin sadece birkaç göz kırpmasına indirgemişti.

aradan geçen bir kaç yılda tüm ilk yerleşkeler
hazırlanmış ve dünyadan gelen koloni gemileri
inmişler, keşif grubundakiler ailelerini karşılamak
için meydanlarda toplanmışlar, ilk yerleşecek olan
otuz bölgede de aynı heyecanlı bekleyiş ve
karşılaşmanın verdiği aynı coşku, sıcak sarılmalar ve
sevgi dolu öpüşler, yaşaran gözler ve haykırışlar. o
günün çoşkusuna her yeni kurulan kolonide yapıldığı
üzere ilk kolonileşmede yapılmış olan o eski dünya

devleti başkanın meşhur konuşması yayınlanmaktaydı ,
bunu neredeyse herkes ezbere biliyordu ve
konuşmadaki coşkuyu herzaman hissediyorlardı
özellikler konuşmanın sonundaki 'herşey çocuklarımız
için' cümlesinden sonra.

o gece diğer tüm tekrar birleşmiş ailelerde olduğu
gibi, av partisine katılmış olanlardan birsi de
karısıyla pek çok defalar sikişmiş ve uykuya
dalmıştı, ancak uzun süre özlenmiş birisle sikiş
sonrası uykunun vereceği huzur yerine bir kabus
görmüştü ve gün şafakla aydınlığa kavuşmadan önce
ter içinde, tedirginlikle uyanmıştı, bu tedirginlik
kadının da uyanmasına sebep olmuştu.

-ne oldu tatlım?
-sadece bir kabus o kadar.
-kabus mu? benimle, uzun süre sonra bir geceden sonra
bir kabus mu?
-ah, sevgilim sensiz o kadar uzun süre kaldım ki,
seninle öyle bir geceden sonra bunun bir rüya olduğunu
zannetim ve sensiz kalmanın kabusuydu bu gördüğüm.

adamın iki yüzlü dudakları kadının tekrar canlanmış
dudaklarıyla buluştu, tedirginlikle uyanan adamın
gerginliği onu daha bir sertleştirmiş ve şafağı
karşılarlarken daha satirik bir sikişle orgazma
ulaştılar ve sabahın ilk ışıklarıyla adam artık
yorgunluğun kütüksü uykusuna teslim oldu.

adam elbette yalan söylemişti, gördüğü kabus da
değildi tümüyle gerçekti sadece, o, bilinç altından
tekrar yüzeye çıkan bastırılmışlıktı, karısına
ve hiç kimseye söylemediği, ama yerel türler üzerine
araştırma yapan bilim adamlarıyla kaçamak konuşmalar
dışında bahsettiği ki bu bahsettikleri de
çarpıtılmışlardı çünkü gördüğü şey şuydu;

av partisinden bir hafta sonra, dinlenme gününde
ormana doğru bir yürüş yapmaya çıkmıştı, tek başına
gitmesine izin verilmişti çünkü oralarda
kara yırtıcılarıyla karşılaşmamışlardı ve
tahminlerince kara yırtıcaları ormanları tercih
etmiyorlardı, daha çok açık alanlarda yaşıyorlardı,
böylece tedbiri elden bırakmaması sonucu belirli bir
mesafeye kadar gezinebileceğ i iznini almıştı ancak
izin, kurulan hayallerle unutlmuş, gidilen yollar
uzamıştı, vardığı yer ise avın sona erdiği yerdi,
fakat kendisi farkında değildi, bir kaç gün öncesi
yağmur yağmıştı ve ormanın ve toprağın kokusunun

çekiciliğiyle mest olmuş bir halde giderken dikkatini
ayağa benzer bir şey çekti, kendisi ağacın arkasına
doğru kalıyordu ve ağacın önüe doğru geçmeye başladı,
gördüğü şey gerçekten bir ayaktı, ufak bir ayak ve
hemen arkasından onun eşi olan diğer ayak, ağacın
diğer tarafına geçtiğinde gördüğü manzara ise yere
oturmuş iki çocuktu, birisi sırtını ağaca vermiş
bacaklarını yere uzatmış şekilde başı sağa doğru
düşmüş, diğeri ise sırtı ağaca yaslı olanın sol omzuna
yüzünün sağıyla yaslanmış dizleri üstünde sağ kolu sol
kolu altına sıkıştırmış şekildeydi,
uyur biçimde görünüyorlardı, çocuklar çıplaktı ve
biraz soluk görünüyorlardı, adamın kendisinin
dikkatini sonradan çekmiş olan bir siyah nokta
vardı ağaca yaslanmış olanın sol göğsünün hemen
altında, pek büyük görünmüyordu, adamın kendisi kafası
diğerinin omzuna yaslı olan çocuğun omzuna
dokunmak için temkinli temkinli kolunu uzattı, hafifçe
çocuğun omzuna dokundu ve buz gibi soğuktu, adamın
kolundan bütün bedenine doğru bir karıncalanma
yayıldı, her yanını kapladı, sarsılırcasına titredi ve
telaşa kapıldı ve koşmaya başladı, aslında kaçmaya
başladı, çünkü çocuğun omzuna dokunduğunda diğer
çocukta da bir siyah nokta olduğunu gördü ve aklına
avın sonu geldi, ve koşabildiği kadar koştu
bilinçsizce, koştukça kafasından silindiler, sanki o
gün pek fazla gezintiye çıkmamış gibi oldu, toprağın
ve ormanın kokusuna kaptırdı tekrar kendisini.

aradan geçen uzun bir süreden sonra, yerel türler
üzerine araştırma yapan bilimadamları yla yaptığı pek
sık olmayan konuşmalarda, bu gezegende yaşayan
maymunumsu canlılar hakkında sorular sordu, bilim
adamları öyle canlılarla karşılaşmamışlardı , bu adamı
biraz olsun hafifletmişti, zaten onlar çocuk olamazdı
diyordu kimi gecelerde kendi kendisine, nasıl
olabilirlerdi ki, maymunların hepsi neredeyse aynı
boyutlardaydı lar ve ebeveyn diye bir şeyi
olmadan iki bacaklılar pek yaşayamazdı ve sürüngen de
değillerdi, en son gece şöyle dedi; her halde bir
hayaldi, evet evet kesinlikle öyleydi, öyleydi...

"TIRTIL"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder